Hoşgeldin Ziyaretçi



Hoşgeldin, Ziyaretçi
Sitemizden yararlanabilmek için Kayıt olmalısınız.

Kullanıcı Adınız:
  

Şifreniz:
  





Forumda Ara

(Gelişmiş Arama)

Forum İstatistikleri
» Toplam Üyeler: 144,339
» Son Üye: thartayclv
» Toplam Konular: 7,484
» Toplam Yorumlar: 7,897

Detaylı İstatistikler

Son Yorumlar
Corleone Grafik Malzemele...
Forum: Grafik Tasarım
Son Yorum: internetdunyam
07-01-2023, 05:43 AM
» Yorumlar: 6
» Okunma: 1,720
Matriste Matris Arayan C ...
Forum: C++,
Son Yorum: iamshivaniroy
12-06-2022, 07:14 AM
» Yorumlar: 3
» Okunma: 2,286
Youtube’da daha cok Kazan...
Forum: Sosyal Medya
Son Yorum: emilyjaneej
11-16-2022, 08:04 AM
» Yorumlar: 3
» Okunma: 1,953
Kültür Nedir ?
Forum: Kültür
Son Yorum: PlumandPeaches
04-08-2022, 05:22 AM
» Yorumlar: 1
» Okunma: 528
Ziyaretçi Bazlı SEO Nedir...
Forum: Seo
Son Yorum: mehmet02
02-08-2021, 07:55 PM
» Yorumlar: 2
» Okunma: 4,173
professional presentation...
Forum: Diğer Çalışmalarınız
Son Yorum: Galenzes
01-13-2018, 12:50 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 810
esl paper writers service...
Forum: Diğer Çalışmalarınız
Son Yorum: Galenzes
01-13-2018, 12:48 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 814
thesis driven essay templ...
Forum: Diğer Çalışmalarınız
Son Yorum: Galenzes
01-13-2018, 12:46 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 782
order education annotated...
Forum: Diğer Çalışmalarınız
Son Yorum: Galenzes
01-13-2018, 12:44 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 787
presentation editor for h...
Forum: Diğer Çalışmalarınız
Son Yorum: Galenzes
01-13-2018, 12:42 AM
» Yorumlar: 0
» Okunma: 815

 
  Kültür Nedir ?
Yazar: mehmeteq - 09-10-2015, 04:36 AM - Forum: Kültür - Yorumlar (1)

Kültür, “bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden, her türlü duygu, düşüce, dil, sanat, yaşayış unsurlarının tümü, belli bir konuda edinilmiş, geniş ve sistemli bilgi” şeklinde tarif edilmektedir. Antropoloji bilimlerinin kültür sorunlarıyla uğraşan dalına, bugün, “etnoloji” veya “sosyal-kültürel antropoloji” adı verilmekte olup, bu alandaki kültür sözcüğü, günlük dilimizdeki “kültür” sözcüğünden çok daha geniş kapsamlı bir kavram olarak, hars ya da uygarlık anlamında kul llanılmaktadır.

Kültür, en geniş sınırlarına sosyolojik çerçevede ulaşmakta olup, buradaki anlamıyla “bir yaşama biçimi”dir. Bir topluma özgü bütün ifade ve etkileşim biçimleri bu tanımda yer almaktadır. Bu anlamda kültür, insan olarak belli bir toplumda öğrendiklerimizle yapıp ettiklerimizin bir toplamı sayılabilir. Bu bakımdan ne yediğimiz, ne içtiğimiz, ne okuduğumuz, neye/nelere öfke duyduğumuz, neye ve nelere sevgi ve sempati ile baktığımız, ait olunan grup, küme ya da toplumu karakterize etmektedir.

Kültür tarihçileri, insanoğlunun hayatta kalma ve varlığını sürdürme savaşındaki başarısını, kültürel bir varlık oluşuna, yani yaşayarak öğrendiklerini kültüründe saklayıp yeni kuşaklara aktarma yeteneği ile becerisine bağlı görürler.

Toplu yaşayan her canlı türünün kültürü yoktur. Sözgelişi arı ve karınca gibi böcek türleri toplu yaşarlar fakat kültür yaratamazlar. Örneğin, arının düzgün altıgen biçimindeki kovan hücresinin boyutları son yirmi beş milyon yılda bir mikron bile değişmemiştir. Bazı maymunlar yavrularına bazı becerileri öğretir; ama bir dil ve kültürden yoksun oldukları için bu becerileri çok sınırlıdır. Evcil bazı hayvanlarla (atlar, köpekler gibi), kuyruksuz maymunlar oldukça karmaşık bazı becerileri öğrenebilir; ama bunları kendi yavrularına aktaramazlar.

Sosyal bilimciler 166 farklı tanımı olan kültür kavramı hakkında; “bir kavramın bu kadar çok tanımı varsa onun tanımlanamayacağını kabul etmek gerekir” diyebiliyorlar. Bu bağlamda da, kültür sözcüğünün oldukça zengin, uzun ve ilginç bir tarihçesi vardır.

Günlük konuşmalarımızda ya da sanat ve bilim çalışmalarında kullandığımız kültür sözcüğü, Latince kökenli olup Türkçe’ye Fransızca’dan geçmiştir. Latince cultura, toprağa bir şeyler ekip ürün almak, üretmek anlamlarında kullanılıyordu. Voltaire Fransız Devrimi öncesinde culture'ü insan zekâsının oluşumunu ve gelişmesini belirleyen bir terim olarak kullanınca, sözcük değişik bir anlam kazanmıştır. Fransızca’dan Almanca’ ya önceleri cultur daha sonraları kültür biçiminde geçen sözcük zamanla bütün Avrupa dillerine yayılmış, İngiliz antropoloğu Tylor, 1871'de ona bilimsel bir içerik kazandırınca da önemi gittikçe artan bir kavrama ve aynı zamanda bir uğraş alanına dönüşmüştür.

Voltaire, Culture sözcüğünü, insan zekasının oluşumu anlamında, Almanlar, uygarlık ve kültürel evrim karşılığında kullanılmışlardır. Ancak, XIX. Yüzyılın ikinci yarısı ile XX. Yüzyılın ilk çeyreğinde Fransızlar ve İngilizler, uygarlık sözcüğünü kültüre tercih etmişlerdi. Marx kültür kavramının değilse bile, kültürel içeriğin son derece kapsamlı bir tanımını vermiştir: “Kültür ya da uygarlık, insanın bir toplumun üyesi olarak edindiği bilgi, inanç, sanat, ahlak, gelenek ve göreneklerle her türlü beceri ve alışkanlıklarını içeren karmaşık bir bütündür.” Kültür tarihinde, tarihsel devinimi en iyi yansıttığı kabul edilen şu tanım da yaygındır: “Kültür, bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden her türlü dil, duygu, inanç,sanat ve yaşayış öğelerinin tümüdür”.

Nereden ve neresinden bakılırsa bakılsın kültür kavramının tümü için ortak olan kimi tanımlamalar vardır ki bunlardan ilki kültürün organik olduğu, bir başka deyişle değişimin ve buna bağlı olarak etkileşim içinde olduğudur. Her canlı varlık gibi yaşlanır, etkinliğini ve hareket becerisini kaybeder ve sonuçta işlevini tamamlayarak yok olur. Buradan hareketle, hiç bir kültür öğesinin hareketsiz ve durağan olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü kültür kavramının varlığı için temel etmen, bir insan topluluğu ve onu oluşturan aile ve bireylerin varlığıdır. Kaynaklara baktığımızda öncelikle şunu fark ederiz: Bütün kültür öğeleri, kültürel var olanlar (en soyuttan, en somuta dek), insan tarafından var edilmiştir. Yani kültürün temel kaynağı insandır. Kültür örüntüsünü oluşturan her düşünce, her kurum, her nesne insan tarafından yaratılmıştır.

Eğitimcilere göre kültür, eğitim yoluyla kazanılan içeriktir. Eğitim ise, bu muhtevayı kazandıran süreçtir. “Eğitimsiz kültür, kültürsüz eğitim” düşünülemez. Sn. Bozkurt GÜVENÇ ise, “Eğitim yol ise, Kültür, yolcunun hayatı boyunca yaşayarak öğrendiklerinin tümüdür.” demektedir.

Bir kişi,diğerinden daha fazla kitap okumuş ve daha fazla şey biliyor olabilir. Ama daha az okuyan, diğerinden daha kültürlü olabilir. Çünkü, kültürlü olan, bilgiyi yaşamında uygulama başarısı göstermiş olandır.Her bilgi anında kültür olmaz, kültüre dönüşmez. Bilgili olmak başka, kültür başka şeydir. Günlük dilde kültür, eğitim-öğretim süreci, bu sürecin kazandırdığı, genel ve mesleki kültür, İslam Kültürü, spor kültürü vb. Anlamında kullanılır.

Bilim ve felsefede kültür, insanların ve toplumların yapıp, öğrenerek kazandığı her şey (tutum, davranış ve değerler), kısaca uygarlık (medeniyet) anlamında kullanılmaktadır.

Kültür, genel bir biçimde ve uygarlıkla eşanlamlı olarak,” insan türünün hayatını, yaşam tarzını tüm diğer yaşam tarzlarından ayıran unsurlar bütünü” diye ve daha özel olarak da,”bir uygarlığı meydana getiren değerler toplamı” şeklinde tanımlanabilir. Bir diğer ifade ile kültür, bir toplumun; gelenek, görenek, sanat, düşünce yapısı, tarihsel birikim ve sosyal kurumlar gibi varlıklarının tümünü kapsayan ve bireyleri arasında duyuş ve düşünüş birliğini sağlayan, şekillenmiş, kollektif maddi ve manevi değerleridir.

Her kültür ilkin öz gücüyle, özünde barındırdığı gizli güçle gelişir ve süreklileşir. Bununla birlikte, tek bir kültür özünü tümüyle öbür kültürden soyutlayarak gelişemez. Bu nedenle her kültür, gelişmesini sürdürebilmek için, öbür kültürlerin kazanımlarından yararlanmak ister.

Kültürleme: toplumların kendisini oluşturan bireylere belli bir kültürü aktarma, kazandırma, toplumun istediği insanı eğitip yaratma ve onu denetim altında tutarak, kültürel birlik ve beraberliği sağlama, bu yolla da toplumsal barış ve huzuru sağlama sürecidir. Kültürleme süreci bireye, hayatı boyunca kolay kolay değiştiremeyeceği bir kişilik yapısı kazandırır. Kültürleme, toplumsallaştırma (sosyalizasyon) ve eğitim süreci olarak da tanımlanabilir.

Kültürlenme; okul öncesinde, ailede başlayıp okul dönemi sonunda da da etkinleşen kültürlenme, değişik aile, eğitim, okul, meslek, bölge (alt kültür) çevrelerinden kalkıp belli yer ve zamanlarda bir araya gelen, birbirini etkileyen, akran grupları arasındaki kültür etkileşimidir. “Kültürleme”; varolanı iletirken, “kültürlenme”, yepyeni kültür kalıpları oluşturur, kültürel değişim sürecinin ana kaynağıdır.

Kültürleşme sürecinde, iki ya da daha çok kültür, karşılıklı etkileşim sonucu değişime uğrar, yeni sentezler, dinamik bileşkeler yaratırlar. Çağımızda sözü edilen “globalleşme” (küreselleşme) budur. Birey ve gruplar olarak, kültürleşmeyi tamamen önlemek mümkün değildir.

Aynı bağlamda ve yaklaşık olarak aynı anlam içinde, bir toplumsal gruba ait olan bilginin, yerleşik söylemlerle semboller, düzeninin diğer kuşaklara iletilmesi süreci ise kültür aktarımı diye tanımlanır.

Yine, özellikle kültürlenme söz konusu olduğunda, bir kültürel grubun üyelerinin başka bir kültürle temas içine girdikleri zaman kendi kültürlerini ya da geleneksel kültür değerlerini tümden ya da bir bölümüyle yitirmelerine kültürsüz!eşme veya kültür yitimi denir.
Aynı şekilde, bir İnsanın kendi kültürüne yabancı bir kültür, tümden farklı bir değerler ve normlar sistemi içine girdiği zaman, yaşadığı yolunu kaybetmişlik, şaşkınlık veya yönsüzlük duygusuna kültür şoku adı verilmektir.
Öte yandan, modern toplumlarda, farklı, hatta çoğunluk rekabet halindeki kültürler ve alt kültürlerin varlığı dikkate alındığında, kendi kültür değerlerini, davranış veya yaşam tarzını ve dilini, sahip olduğu siyasi ve iktisadi güç sayesinde, diğer kültürlere empoze edebilen kültür, hakim kültür olarak tanımlanır.

Bir kültür, ne denli gelişkin ve ne denli yaygın olursa olsun, bir başka kültürden üstün sayılmaz. Hangi amaçla olursa olsun, kültürler arasında gelişmişlik- gelişmemişlik ya da ilerilik-gerilik değerlendirilmesi yapılmaz; kültürler, üstlük altlık ilişkisine sokulamaz. Kültür hakkındaki bilimsel tartışmada üzerinde görüş birliğine varılan konulardan biri de, kültürel gelişmişlik ya da gelişmemişlik savının görece oluşudur. Her bütün kültür, içerisinde bulunan parça ya da alt kültürlerden oluşur; bunlar arasında gerçekleşen sürekli etkileşimle ve güncel koşullara göre biçimlenir.

Kültür kavramında bir sentez çabası içine girdiğimizde; antropolog’lar kültürü 4 temel kavram üzerinde yoğunlaştırarak açıklamaktadırlar. Bunlar:

1. Kültür, bir toplumun, yada bütün toplumların uygarlık birikimidir,
2. Kültür, belli bir toplumun kendisidir,
3. Kültür, bir dizi sosyal süreçlerin bileşkesidir,
4. Kültür, bir insan ve toplum kuramıdır.

Sonuç olarak da kültür kavramı,toplumun yüzlerce, binlerce yıldan beri oluşturduğu ortak amaçların, beklentilerin, değerlerin, inançların, duygu ve düşüncelerin, özetle ortak davranış kalıplarının depolandığı, saklandığı soyut bir kavram olup, toplumsal bellekolarak da kabul edilebilir.


Kültürün öğeleri

Kültür, belirli bir kökten gelmiş bir toplumun "ana mayası" anlamındadır. Bir toplumun ana mayasını, yani kültürünü; o toplumun dil, yazı, tarih, din, töre, edebiyat ve sanat birliğinin toplamı belirler. Bir toplumun benliğini oluşturan bu ortak değerler, o toplumun diğer toplumların kimliklerinden nasıl ve nerede ayrıldığını belgeler. Bir toplumun üyesi olan her kişinin yapısında ve benliğinde, o toplumun mayasından bir parça bulunur. Fransız ve Alman kültürleri arasındaki ayrılıklar, bira mayası ile şarap mayası arasındaki ayrılıklardan daha da derindir. Bunun gibi, Türklerin "ana mayası" da diğer toplumların mayalarından ayrıdır. Bununla birlikte, yoğurt ve peynir mayalarının bir kökenden gelmiş olduğu da unutulmamalıdır. Ancak, bir maya yalnız başına bırakıldığında, "kendi kendini yer." Bu bir dil sürçmesi değildir. Maya içine katıldığı diğer maddeleri etkiler: Yoğurt mayası, sütü yoğurda çevirir. Şarap mayası, üzüm suyunu şarap yapar. Eğer maya, içinde gelişeceği, çoğalacağı ana maddeyi bulamaz ise, kendi kendini yemeye başlar. Sonucunda da ölür. Üzüm suyuna yoğurt mayası katılırsa, sonuç ne şaraptır, ne de yoğurt. Ne içilebilir, ne de yenilebilir. Mayanın canlı tutulabilmesi için, sürekli olarak kullanılması gerekir. Yeni mayalanmış yoğurdun bir parçası ayrılıp maya olarak saklanır. Böylelikle maya da kendini yenilemiş olur. Bir toplumun kültürü de bundan farksızdır. Kullanılmayan kültür ölür.

Kültürü, taşıyıcısına göre, egemenlik alanına göre, çıkış, yaratılış kaynaklarına göre, görünüşüne, biçimine, bir başka anlatımla, kültürü kanıtlayan araca göre, iş görüşüne göre değişik kullanım alanlarına göre tanımlanabilir. Bu görelilikleri daha çoğaltmak, dahası değişkenleri kendi içinde bile sınıflamak olasıdır. Bu değişkenlerden, taşıyıcısına ve egemenlik alanına dayanarak, dört çeşit kültür kavramı oluşturulabilir:

1. Bireysel kültür, esasında bireysel kültür, bir yakıştırma sıfattır. Yani bir bireye, içinde bulunduğu toplumun üyelerince, karşılaştırma yöntemiyle yakıştıran bir kimliktir, o bireyin içinde bulunduğu, yaşamını sürdürdüğü toplumun niteliğiyle birlikte bir anlam taşır.
2. Yöresel (bölgesel) kültür, ulusal kültürün tabanını oluşturur.
3. Ulusal kültür, bir toplumda yemek, giyinmek, barınmak, eğlenmek gibi gereksinmelerin elde edilmesinde kullanılan bilgi, inanç, teknik, davranış duyuş ve ifade biçimlerini içeren ve toplumun yapısını oluşturan kültüre, ulusal kültür denilmektedir.
4. Evrensel kültür, bilim, teknik, felsefe, ve din gibi kültür öğelerini içeren ve bir topluma özgü olmayan, genel geçerlikli kültüre evrensel kültür denir.

"Evrensel kültür" bir çağa ve bir tarihsel döneme dünya ölçüsünde hâkim olan, diğer kültürlere baskın çıkan herhangi bir "çoğul kültür"dür. Örneğin bugün için bu anlamda "evrensel" olan kültür, Batı kültürüdür. Fakat bu, Batı kültürünün hâlen yaşayan diğer kültürlerden "üstün" ve "iyi" olduğu anlamına gelmez; sadece varolan diğer kültürlere baskın çıktığı ve dünya ölçüsünde yaygınlaştığı anlamına gelir. Her kültürün mâhiyeti gereği tarihsel olması, o kültürün belli bir zaman kesiti içinde varlığını sürdürdüğü, yani yerini her an bir başka kültüre (o başka kültüre kendinden pek çok şeyleri taşımış olsa da) terk edebileceği anlamına gelir. "Evrensel kültür" teriminin kendisi, Aydınlanmacı Batı kültürünün bir kültürel mirası olarak terminolojiye girmiştir. Bu yüzden, bu kültüre özgü ideal ve ölçütlerle sınırlı bir anlam içeriğine sahip olmak gibi bir tek yanlılığı ve manüpilatif bir işlevi vardır Yine bu yüzden, "evrensel kültür"ü, tarihsel perspektif altında bakıldığında, herhangi bir "baskın ve hâkim kültür" olarak anlamak uygun olur
Her hangi bir halk topluluğunu, millet yapan kültür değerleridir. Kültür; tarihi süreç içerisinde oluşur, milletler yaşadıkça o da yaşar. Dededen, atadan gelen kültürel değerler, yaşayan insanların duygu, düşünce ve yaşantılarıyla şekillenir zaman içerisinde gelişerek bazen de değişerek devam eder. Kültür değerleri hiçbir zaman statik kalmazlar devamlı değişim halindedirler. Bu değişim çok hızlı olmaz, yıllar bazen de yüzyıllar süreci içinde olur.


Kültürün nitelikleri

Kültürün oluşmasındaki temel nitelikleri aşağıdaki faktörler ışığında değerlendirdiğimizde:

1. Toplumsallık: Kültürün, toplumların bulunduğu yer ya da dönemlerde oluşması, yaşamasıdır. Toplumun dışında, ondan bağımsız bir kültürden söz edilemez.

2. Tarihsellik: Kültür denen karmaşık bütün ve onu oluşturan öğeler (dil, yazı, din, bilim, giyim-kuşam, sanat, yerleşme vb.) hangi toplum olursa olsun bir anda, kısa bir zaman dilimi içinde meydana çıkmış değildir.

3. Kalıtsallık: Kültürün ya da onun kapsamına giren öğelerin, etkinliklerin doğum yoluyla geçen birer kalıt değil de, öğrenilmesi gereken birer kalıt olduğunun en büyük kanıtı, doğumdan hemen sonra ailesinden ve onların yaşadığı toplumdan alınıp başka bir kültürün yaşadığı yere götürülen ve orada büyütülen bir çocuğun içinde yaşadığı toplumda geçerli olan dili, dini, sanatı ve yaşam biçimini kolayca öğrenip benimsemesidir. Bununla birlikte, nesillerden nesillere aktarılan farklı kültürleri kolaylıkla özümseme yeteneğinin söz konusu olduğu da göz ardı edilmemelidir.

4. İşlevsellik: Kültürün bir başka özelliği de toplum yaşamında bir yerinin, görevinin bulunması yani işlevselliğidir. Kültürü yaratan etkenin tek başına insan olduğu sanılıyordu. İnsan "neden", kültür ise "sonuç " sayılıyordu. Kültür araştırmalarının gelişmesi bu görüşün yanlış olduğunu göstermektedir. Artık günümüzde insanın davranışlarını, geniş ölçüde toplumdaki kültürel birikimin belirlediği kabul edilmektedir.

5. Birlik içinde çokluk: Ulusal kültürü oluşturan basamak ve dilimlere (kırsal ve kentsel çevre, toplumsal sınıflar, dinlere, mesleklere, parasal olanaklara, düşün ve sanat akımlarına göre süreklilik gösteren bir takım özel kültürler ) bakış açılarına göre kimi kez alt kültürler, sınıf kültürleri ya da bölgesel, yöresel kültürler denilmektedir. Bu alt ya da yerel kültürler, öteki yöresel kültürlerle uyum içinde olurlarsa ulusal kültür denen bütün sağlanmış olur. Önemli olan bu ayrılıkların bütün ile temelde bir aykırılık, çelişki göstermemesidir.

6. Devingenlik ve değişkenlik: Birey, kendisine bir kalıt olarak aktarılan kültürü yeniden öğrenir, yaşar ve yaşatırken farkında olmadan onda küçük de olsa bazı değişiklikler yapmaktadır.

Bu konuyu yazdır

  Öneri | Resim Sayısı
Yazar: Yetrox - 09-09-2015, 07:02 AM - Forum: İstek,Öneri ve Şikayetleriniz - Yorumlar (6)

Bir konuda en fazla 10 resim eklenebiliyor.Bu sayının arttırılması lazım çünkü konularda ne kadar resim olursa tanıtım vs daha iyi olur.Konu daha zengin olur.Konu başına resim sayısının en az 30-40 tane olmasını talep ediyorum.

Bu konuyu yazdır

  Lora Rank Set V1 | Mehmeteq
Yazar: mehmeteq - 09-09-2015, 06:19 AM - Forum: Rank Setleri - Yorumlar (14)

Merhaba Arkadaslar Lora Rank V1 Bitti Ve Paylaşmak İstiyorum Buyrun.

İstersen @Corleone Adminim MediaMarjinde Kullanabiliriz ?

PSD ' sini Paylaşırım Belki.
Nasıl ?
oZWn5q.png

Bu konuyu yazdır

  Edebiyat Nedir ?
Yazar: mehmeteq - 09-09-2015, 04:56 AM - Forum: Edebiyat - Yorum Yok

Edebiyat veya yazın; olay, düşünce, duygu ve hayalleri dil aracılığı ile estetik bir şekilde ifade etme sanatıdır.
Etimoloji

Edebiyat kelimesi Arapça adabiyyāt أدبيّات kelimesinden gelir. Kelime Adb kökünden gelen ve 1. görgü, terbiye, konuk ağırlama adabı, 2. yaşam tarzına ilişkin hikâye ve gözlemlerden oluşan anlamlarına gelen adab أدب kelimesinin çoğul halidir.

Türkçede edebiyat kelimesi Tanzimat Dönem'inde kullanılmaya başlanmıştır. Bundan önce ilm-i edeb, şiir ve inşa gibi terimler kullanılmaktaydı.Edebiyat kelimesi ilk defa Şinasi ve Namık Kemal'in yazılarında kullanılmıştır. Edebiyat kelimesi Fransızca littérature sözcüğünün Türkçesi olarak düşünülmüş ve kullanılmıştır. Fransızca kelime Latince harf anlamına gelen littera sözcüğünden türetilmiş litteratura kelimesine dayanır.


Tanımı

Edebiyatın edebiyatçılar tarafından ortak bir kanıya varılmış bir tanımı bulunmamaktadır. Edebiyat tanımlanması Platon'un Devlet eserinden günümüze kadar sürmektedir. Platon, edebiyatın genel anlamı ile hayatı yansıması olarak tanımlamış ve bu betim günümüze kadar yaşarlığını korumuştur. Fransız roman yazarıStendhal "Bir roman yol boyunca gezdirilen ayna demektir.", Georgi Plehanov ise "Edebiyat ve sanat, hayatın aynasıdır" demiştir. Bu tanımlamaları M. Parkhomenko ve A. Myasnikov "Sanat çoğu kez aynaya benzetilir. Bu benzetmenin yanlışlığı, on dokuzuncu yüzyıl klasiklerinin bile gözünden kaçmamıştır. Ayna, karşısında duran nesneleri donuk biçimde yansıtmaktan öte bir şey yapmaz, oysa sanat gerçeğin özüne doğru çok inebilmek için gerçeği seçer, çözümler ve yeniden biçimlendirir." şeklinde eleştirmişlerdir.

Boris Suchkov ise iki fikrin sentezi "Sanat ve edebiyat yapıtlarının çizdiği dünya, gerçekliğin körü körüne bir kopyası değildir, ama, dünyanın rengini ve kokusunu kendinde muhafaza eder, şu basit nedenle ki, sanat her zaman için doğanın ve insan hayatının en özlü yanlarını ele almıştır. Her hakiki sanat yapıtının bir bildirisi olması gerekir; bu bir sanat yapıtının varolabilmesinin temel koşulu ve hayatî öğesidir. Sanat, gerçekliğin büyük disiplinine ancak boyun eğebilir, ona yardım edemez..." tanımını oluşturmuştur.
İngiliz edebiyat eleştirmeni Terry Eagleton "Sağlam ve değişmez değerleri olan ve birtakım ortak özellikleri paylaşan eserler anlamında bir edebiyat tanımı olamaz" demiştir.

Bu konuyu yazdır

  Corleone Maskot
Yazar: admin - 09-08-2015, 07:45 PM - Forum: Çalışmalarınız - Yorumlar (1)

Arkadaşlar basit bir tasarım oldu.

lyXm9X.png

Bu konuyu yazdır

  Atatürk’ün Eğitim Felsefesi
Yazar: Yetrox - 09-08-2015, 07:12 PM - Forum: Mustafa Kemal Atatürk - Yorumlar (2)

Atatürk’ün Eğitim Felsefesi :
“Mustafa Kemal, esas itibariyle katı bir doktrin taraftarı değildi, aksiyon adamıydı. Kendisini hiçbir felsefe doktrini ile sınırlamayan Atatürk’ün, idealist; idealist olduğu kadar pragmatist olduğu söylenebilir. Bu nedenle, Atatürkçülüğü felsefî yönden ifade eden en uygun terim özgürlükçü demokrasinin de temeli olan “plüralizm” (çokçuluk) olabilir.”.
Atatürk’ün eğitim politikası, kendi zamanının diğer ideolojilerinin eğitim politikalarıyla mukayese edilirse, onlardan temelde ayrıldığı rahatlıkla anlaşılabilir. Diğer ideolojilerin hepsi belirli bir unsuru alıp onu “mutlaklaştırmaktadır. İdeolojiler “devlet”, “ırk”, “işçi sınıfı”, “din” veya “sermaye” gibi unsurlardan yalnızca bir unsuru eğitim politikasının yegane temeli olarak kabul etmektedir. Yani bunların hepsi de, felsefi dilde söylemek gerekirse “monist”, yani tekçidirler. Atatürk, böyle tek yanlı bir düşünür değildir. Eğitim politikasının temelinde, birden fazla unsur yer almıştır.
Cumhuriyetin ilk yıllarındaki uygulamalar ve yazılı belgeler bunu göstermektedir. Örneğin; 1926 yılında hazırlanan “Maarif Teşkilatı Hakkında Layiha”da bugün de canlılığını koruyan şu görüşler dikkat çekmektedir.
a. Okul ile hayat arasından Çin Seddi’nin kaldırılması,
b. Ders konularının çevreden alınması,
c. Memleketin hakiki bir hayat ve iş okuluna ihtiyacının bulunduğu,
d. Okulun sosyal hayatta aydınlatıcı bir merkez olması,
e. Okullarda soyut insanın yetiştirildiği,
f. Tabiat ile çocuk arasında kara kitabın bulunduğu,
g. Üretici bir eğitime önem verilmesinin gerektiği,
h. Tek okul sisteminin kurulması,
ı. Okul hayatının çevrenin ekonomik şartlarına göre düzenlenmesi,
k. Genel ve teknik öğretimin birbirinden ayrılamayacağı.



NASIL BİR EĞİTİM?:
(Atatürk, hangi amaçlarla öğrencilerin neyi bilmesini ve neleri yapabilmesini gerekli görmüştür?):


1-Eğitim Millî Olmalıdır:
Atatürk 1924’te:“Yeni Türk Cumhuriyeti’nin, yeni nesle vereceği eğitim, millî eğitimdir.” diyor.
1 Mart 1924’te yaptığı TBMM’nin açış konuşmasında ise: “Türkiye’nin eğitim politikasının her derecesini, tam bir netlik ve hiçbir tereddüde yer vermeyen açıklık ile ifade temek ve uygulamak lazımdır. Bu politika, tam anlamıyla millî bir mahiyette tayin olunabilir.” diyor (MEB, 2001b: 107). Eğitimin mutlaka millî olmasının gerekçesini şöyle açıklıyordu: “Millî olmayan eğitim, yüzyıllardır süren felaketlerimizin temel sebeplerindendir.” .
1 Mart 1922’de TBMM’nin 3. toplanma yılı başında yaptığı açış konuşmada: “Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, her şeyden evvel, Türkiye’nin istiklaline, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir.”diyor ve bunun nedenini şöyle açıklıyordu:
“Dünyadaki milletlerarası vaziyete göre, böyle bir mücadelenin gerektirdiği manevî ruha sahip olmayan fertler ve bu nitelikte fertlerden oluşan cemiyetlere hayat ve bağımsızlık yoktur. Silahla olduğu gibi dimağımız ile de mücadele etmek mecburiyetindeyiz.” .
16 Temmuz 1921 I. Maarif Kongresi’nde: “Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum halinde yaşatır veya bir milleti kölelik ve yoksulluğa terk eder.” diyor.
Eğitimin millî olmamasının mahzurlarını şu örnekle açıklıyordu: “Bugün yeryüzünde 300 milyondan fazla İslam vardır. Ne yazık ki, tamamı şunun bunun kölelik zincirleri altındadır. Aldıkları manevî terbiye onlara bu kölelik zincirlerini kırabilecek insanlık meziyetini vermemiştir, veremiyor. Çünkü eğitimlerinin amacı millî değildir.”.
1929 tarihli ilk mektepler talimatnamesinde şu amaçlara yer verilmiştir: “İlk mekteplerde eğitimin ilk ve son maksadı; çocukların, millî hayata layıkıyla intibak etmeleridir. Eğitimde Türklük ve Türk vatanı esas mihveri teşkil etmelidir. Çocuklarda millî hislerin beslenmesi ve kuvvetlenmesi için her fırsattan istifade edilmelidir”.


2- Millî Dehamızın Gelişmesi Millî Kültürle Sağlanabilir:
“Şimdiye kadar Takip edilen eğitim-öğretim biçimlerinin, milletimizin geri kalmasında en önemli sebep olduğu kanaatindeyim. Onun için millî eğitim programından bahsederken eski devrin asılsız uydurmalarından ve yaradılışımızla hiç alakası olmayan yabancı fikirlerden, Doğudan ve Batıdan gelebilen tesirlerden tamamen uzak, millî karakterimiz ve tarihimizle uyumlu kültürü kastediyorum. Çünkü millî dehamızın tam olarak gelişmesi ancak millî kültürle mümkündür. Herhangi bir ecnebi kültürü, şimdiye kadar takip edilen yabancı kültürlerin yıkıcı neticelerini tekrar ettirebilir.”diyor.
Atatürk 20 Mart 1923’te Konyalı gençlere hitaben konuşurken: “Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize ve millîyetimize bu hürmeti hissen, fiilen davranış ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki millî benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avıdır.” diyor.


3- Başkalarını Taklitle Gelişme Sağlanamaz:
Atatürk diyor ki: “Biz, Batı medeniyetini taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuzu benimsiyoruz”.
1930 yılında bir Alman gazetecinin; Batı yolunda durabilmesi için, Türk’ün bütün ihtiyaçlarını yine Batıdan iktibas etmesi lüzumuna dikkat çekmesi üzerine, Atatürk’ün verdiği cevap ilginçtir: “Asla.. Biz Türklüğümüzü muhafaza etmek için, gayretle itina edeceğiz. Türkler medeniyette asildirler. Yunan’dan evvel Türklerin İzmir taraflarında sakin eski bir millet olduğunu ilmi surette ispat etmeye çalışıyoruz” diyor.
20 Mart 1923’te Konyalı gençlere yaptığı konuşmada; başka milletleri taklit ederek başarılı olmanın imkansızlığını açıklayan Atatürk: “Aydınlarımız, milletimi en mesut millet yapayım der. Başka milletler nasıl olmuşsa onu da aynen öyle yapalım der. Lakin düşünmeliyiz ki, böyle bir nazariye hiçbir devirde muvaffak olmamıştır. Bir millet için saadet olan bir şey diğer millet için felaket olabilir. Aynı sebep ve şartlar birini mesut ettiği halde diğerini bedbaht edebilir. Unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorundayız” diyor.


4- Eğitimde Birlik Sağlanmalıdır:
Eğitimde birliğin sağlaması için 3 Mart 1924 tarihinde 430 sayılı Tevhidî Tedrisat (Eğitim Birliği) Kanunu ile eğitim sistemimizde Tanzimat’tan beri süregelen “dinî-dünyevî” eğitim ikiliği giderilmiştir.


5- Eğitim Yaygınlaştırılmalı ve Bilgisizliği Gidermelidir:
Atatürk; eğitim, toplumu cehaletten kurtarmalı, toplumun bilgi ve ahlak düzeyini yükseltmeli ve öğrencilerin kabiliyetlerini ortaya çıkarıp geliştirmelidir, diyordu.
Cumhuriyetin ilk yıllarında halkımızın % 90’nı okur-yazar değildi. Bundan rahatsız olan Atatürk; “Toplumumuzda yaygın bir bilgisizlik vardır. Memlekette cehaleti süratle ortadan kaldırmak lazımdır. Başka kurtuluş yolu yoktur.” diyordu.
Kadınların ve köylü nüfusun eğitim-öğretim görmelerini isteyen Atatürk, şöyle diyordu: “Bu memleketin asıl sahibi ve toplumumuzun esas unsuru köylüdür. İşte bu köylüdür ki bilgi ışığından yoksun bırakılmıştır.”. 1928 yılında bu konuda şöyle diyordu: “Bir toplumun yüzde onu, yüzde yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni okuma yazma bilmezse, bu ayıptır. Bundan insan olanların utanması lazımdır.”.
Eğitimi yaygınlaştırmak için 1353 sayılı yasayla yeni Türk Alfabesi kabul edilmiştir.


6-Genel Bilginin Yanında Meslekî Teknik Bilgileri Kazandırmalı:
1 Mart 1922 günü TBMM’de yaptığı açış konuşmasında: “Milletimizin dehasının gelişmesi ve layık olduğu medeniyet seviyesine ulaşması ancak, yüksek bilim ve teknik elemanların yetiştirilmesi ve millî kültürümüzün yüceltilmesiyle mümkündür. Ortaöğretimin gayesi, memleketin muhtaç olduğu muhtelif hizmet ve sanat erbabı elamanlar yetiştirmek, yüksek öğretime aday hazırlamaktır. Ortaöğretimde dahi eğitim öğretim yöntemlerinin ameli ve tatbiki olmasına riayet şarttır ”.


7- Ülkemizin İhtiyaç Duyduğu Eğitilmiş İnsan Gücü Yetiştirilmelidir: :
İzmir iktisat Kongresi’nde: “Evlatlarımızı o süratle eğitmeliyiz ki, alemî ticaret, ziraat ve sanatta ve bütün bunların faaliyet sahalarında müsmir (faydalı, verimli) olsunlar, müessir (etkili) olsunlar, faal olsunlar, amelî bir uzuv olsunlar. Maarif programımız gerek ilköğretimde gerek ortaöğretimde verilecek bütün şeyler bu noktayı nazara göre olmalıdır.”diyor.
1 Mart 1922 yılanda TBMM’de yaptığı konuşma: “Bir taraftan cahilliğin giderilmesine uğraşırken, bir taraftan memleket evladını sosyal ve ekonomik hayatta fiilen müessir (etkili) ve müsmir (faydalı, verimli) kılabilmek için elzem olan ilk bilgileri işe dayalı olarak vermek usulü, maarifimizin esasını teşkil etmelidir.”diyor.
Özetle O, eğitimin, her şeyi biraz bilen fakat hiçbir şeyi iyi bilmeyen, sefalet ve açlığa mahkum insanlar değil; üretici, yararlı, hayatta başarılı olacak insanlar yetiştirmesini istemiştir.
8- Eğitim Bilime Dayanmalı ve Laik olmalıdır:
Atatürk; dünyada her şey için, maddiyat için, manevîyat için, hayat için, muvaffakiyetler için en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fen dışın kılavuz aramak gaflettir, bilgisizliktir, delalettir, diyor.
Atatürk, Ansiklopedik Bilgi Yüklemeyi Esas Alan Ezber Eğitime Karşıydı:
Atatürk’ün eğitime ilişkin görüş ve direktifleri ve döneminin eğitim uygulamaları dikkatle incelendiğinde; Onun, ‘ansiklopedik bilgileri ezberletmeye’ dayalı eğitime karşı olduğu, teori ile uygulamayı bütünleştiren bir eğitim programını uygulamaya çalıştığı çok net olarak anlaşılır.
Türkiye, öğretim programları bakımından Fransa’yı model almış; Tanzimat’tan günümüze kadar Fransa gibi ‘ansiklopedik bilgi yüklü öğretim programlarını’ uygulamaktadır. Atatürk, ansiklopedik bilgilerin öğrencilere yüklenmesinden duyduğu rahatsızlığı şöyle açıklamıştır: “Kitapların cansız teorileriyle karşı karşıya gelen genç beyinler, öğrendikleriyle memleketin gerçek durumları ve menfaatleri arasında ilişki kuramıyorlar. Yazarların ve nazariyatçıların tek taraflı dinleyicisi durumunda kalan Türk çocukları, hayata atıldıkları zaman bu ilişkisizlik ve uyumsuzluk yüzünden tenkitçi, karamsar, millî şuur ve düzene uyumsuz kitleler meydana getirirler.”
Atatürk, başka bir konuşmasında şöyle diyordu: “Eğitimimizin amacı; kendini, hayatı bilmeyen her konuda yüzeysel bilgi sahibi, tüketici insan yetiştirmek olmuştur. Bütün bu uygulama ve programlar ne veriyordu? Çok bilmiş, çok öğrenmiş birtakım insanlar... Ama neyi bilmiş? Bir takım nazariyatı bilmiş!. Fakat neyi bilmemiş? Kendini bilmemiş hayatını, ihtiyacını bilmemiş ve aç kalmış! İşte bu öğrenim tarzının uğursuz sonucu olarak denilebilir ki, memlekette aydın olmak demek çok bilmiş olmak demektir, sefalette ve fakirliğe mahkum olmak demektir.”
1 Mart 1923’te TBMM’nin 4. toplanma yılının açış konuşmasında: “Eğitim, işe yarar, üretici ve hayatta başarılı olacak insanlar yetiştirmelidir. Eğitim ve öğretimde uygulanacak yöntem, bilgiyi insan için fazla bir süs, bir baskı aracı, yahut medeni bir zevkten ziyade, maddi hayatta başarılı olmayı temin eden işe dönük ve kullanılabilir bir vasıta haline getirmektir.” diyor.
1931’de şöyle der: “İlk ve orta öğretim mutlaka insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilmî ve tekniği versin. Fakat o kadar pratik bir tarzda versin ki, çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkum olmadığına emin olsun.”
Ayrıca, dersler yalnızca kitaptan değil, hayatın içinde öğretilmelidir.” diyor. 1932’de “İlim tercüme ile olmaz, tetkikle olur.” diyordu

Bu konuyu yazdır

  Atatürk ün Peygamberimize Duyduğu Hayranlık
Yazar: Yetrox - 09-08-2015, 07:08 PM - Forum: Mustafa Kemal Atatürk - Yorumlar (1)

Atatürk'ün Kuran-ı Kerim'e duyduğu derin sevgi ve saygısı, İslam dininin en saf şekliyle yaşanmasına olan inancı onun dindar yönünü her dönemde ortaya çıkarmıştır. Her zaman gerçek din ile batıl inançlarla dolu gericiliği net biçimde ayıran Atatürk, birçok konuşmasında, samimi ve içten bir şekilde Allah'tan, İslam'dan, Kuran'dan saygı ve bağlılıkla bahsetmiştir. Hz. Peygamberimizi övmüş ve Türk Milleti'ne, gerçek dine sarılmayı ve daha dindar olmayı tavsiye etmiş. Allah'a yönelmede Hz. Muhammed'i rehber göstermiştir:

"Bütün dünyanın Müslümanları Allah'ın son peygamberi Hz. Muhammed'in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed'i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet'in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler." (Atatürk, Nedim Senbai, A.Ü. Dil, Tarih, Coğrafya Yay., s. 102, 1979)

Hz. Muhammed'i överek O'nu kendisine örnek alan Atatürk, Hz. Muhammed'in peygamberliğine kesin olarak iman etmişti. Hz. Muhammed'e duyduğu hayranlığı ve O'nun peygamberliğini heyecanla anlattığı bir sırada yanında bulunan M. Şemseddin Günaltay, Ata'nın o anki halini şöyle anlatmıştır:

"... Atatürk'ün denizlerden renk alıp renk veren gözleri, masanın üzerinde serili haritaya dikildi ve beni kolumdan tutarak masanın başına çekip parmağını bir noktaya dikti. Bu, kendi elleriyle çizdikleri bir askeri harita idi ve Hz. Muhammed'in büyük Bedir Cengi'ni adım adım gösteriyordu. Hz. Muhammed'e ve O'nun peygamberliğine kadar, büyük askeri dehasına hayran olan eşsiz Sakarya Galibi, Bedir Galibi'ni göklere çıkarırken, "O'nun Hak Peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar" diye heyecanlandı.

Ata'nın son sözü şu olmuştu:

- Hz. Muhammed'in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde kazandığı zafer, fani insanların karı değildir, O'nun Peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır. (Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.28)

Atatürk"ün Hz. Muhammed'e duyulacak sevgiyi tarif ettiği sözleri ise şöyledir:

"Büyük bir inkılap yaratan Hazreti Muhammed'e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir." (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, s. 4)

Atatürk, dinimizin tam anlamıyla ve aslına uygun olarak yaşanmasını ve milletimize doğru, modern, hurafelerden arındırılmış bir din anlayışını benimsetmeyi hedeflemiştir. Hiçbir aşırılığa kaçmadan, Kuran'ın modern bir dünyayı tarif ettiğini çok net biçimde özümsemiştir.

Açıkça anlaşılmaktadır ki, gerçek manada dindarlık, heyecanlı fanatiklerin, tutucu, kapalı görüşlü kimselerinkinde değil; Atatürk'ün tarif ettiği ılımlı, insancıl, modern yapıda kendini göstermektedir.

Büyük Atatürk'ün, İslam dinini, Kuran-ı Kerim'i, Hz. Peygamberi ve dini müesseseleri öven tüm bu sözleri, O'nun dinimize olan içten bağlılığını gösteren somut ve tartışılmaz belgelerdir.

Bu konuyu yazdır

  Mustafa Kemal’den Alınacak Dersler
Yazar: Yetrox - 09-08-2015, 07:07 PM - Forum: Mustafa Kemal Atatürk - Yorumlar (2)

Size söylenen herşeyi gerçeğin süzgecinden geçirin, başkalarının sizi yanıltmasına izin vermeyin.

•Herhangi bir kişi hakkında size iyi ya da kötü söz söyleyen olursa, bunu dinleyin; fakat tüm gerçek ortaya çıkmadan o sözle hareket etmeyin.

•Laf altında kalmayın. Aksi taktirde karşınızdakiler size layık olmadığınız bir biçimde davranır, sizi aptal yerine koymaya çalışırlar.

•Emrivakiye fırsat vermeyin. Aptalca kurnazlık yapanlar bunun geçerli bir yöntem olmadığını anlasınlar.

•Davranışlarınızda esnek olun, peşin hükümlerle hareket etmeyin.

•Görüşmelere her zaman hazır olun, fakat temel isteklerinizden ödün vermeyin.

•Bir olay hakkında geniş boyutlu düşünün ve çözümü alışılagelmemiş de olsa uygulamaya koyun.

•Davranışlarınız, düşüncelerinizin uygulanmasını kolaylaştıracak biçimde esnek olsun.

•Çok yönlü olun. Bir alandaki bir problemin çözümü için, başka alanlardaki bilgilerinizi kullanın.

•Yapmak istediğiniz büyük değişiklikleri bir defada değil, adım adım uygulayın.

•Olumsuz yönde de olsa, zamanında cesur kararlar verebilmesini bilin.

•Zor bir durumla karşılaşsanız bile sorunla karşılaştığınız zaman, o işin gereğinden başka birşey düşünmeyin.

•Espri anlayışınız çoğu zaman problemlerin çözümünü kolaylaştırır.

•Espri anlayışınız gelişmiş ise, kendinizi yargılamanız olanaklı olur.

•Espri anlayışınız zekânızı keskinleştirir.

•Espri anlayışınız karşınızdakilere mesajlarınızı kırıcı olmadan vermenizi sağlar.

Bu konuyu yazdır

  Dünyanın Öbür Ucunda Atatürk Rölyefi
Yazar: Yetrox - 09-08-2015, 06:59 PM - Forum: Mustafa Kemal Atatürk - Yorum Yok

527e653d992df10fcc9dd8cf.jpg

Santiago'nun en işlek caddelerinden biri olan Apoquindo Avda'da yer alan rölyef görenleri şaşırtıyor.
 
Söz konusu rölyefin turizmci Aynur Kasabalı'nın seyahatlerinden birinde ortaya çıktığı bildirildi.
 
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, ülkemizi ilk tanıyan ülkelerden biri olan Şili'de bulunan rölyefin açılışının 1970 yılında resmi ziyaret için Şili'ye giden İsmet İnönü tarafından yapıldığı bildirildi.
 
Anıtın üzerinde Atatürk'ün evrensel kişiliğini ve dünya barışına katkılarını anlatan İspanyolca bir metin yer alıyor.
 
İşte o metnin Türkçe karşılığı:
 
"Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, vatanının fedakar ve sadık hizmetkarı, benzeri olmayan kahraman, insanlık idealinin canlı emsali... Bütün hayatını Türk Milletine vakfetmiş, milletine kendi ruhunu, ateşini vermiştir. Hatırası milletinin ruhunu ateşli tutan sönmez bir meşale olarak yaşamaktadır."
 
Şili'de Türkler'in, Türkiye'de Şili'nin izleri

Şili'de Atatürk Rölyefi'nin yanı sıra, Atatürk Koleji, Türkiye Cumhuriyeti Meydanı da bulunuyor.
 
Türkiye'de ise Ankara'da Şili Meydanı, Şili'nin kurtarıcısı ve kurucusu büyük komutan Bernardo O'Higgins Anıtı ve Şili Cumhuriyeti İlköğretim Okulu yer alıyor.

Bu konuyu yazdır

  Atatürk'ün Amerikaya Seslenişi...
Yazar: Yetrox - 09-08-2015, 06:55 PM - Forum: Mustafa Kemal Atatürk - Yorum Yok

Atatürkün Amerika Televizyonlarına Yaptığı Konuşmayı , Dik Duruşunu Orjinal Videosundan ve Atatürkün Kendi Sesinden İzleyin…

Bu konuyu yazdır



10tl.net Destek Forumu -

Online Shopping App
Online Shopping - E-Commerce Platform
Online Shopping - E-Commerce Platform
Feinunze Schmuck Jewelery Online Shopping